AstroNotlar’dan, merhaba! Bu haftaki konumuz bir süredir komplo teorisyenlerinin gündemindeki Güneş etkinliği veya bir diğer deyişle Güneş lekeleri.
Güneş üzerindeki koyu bölgelere Güneş lekesi adı verilmektedir, tıpkı bizim yüzümüzde oluşan çiller ve vücudumuzdaki benler gibi. Bu lekeler Güneş’teki şiddetli manyetik alanın, yıldızın diferansiyel dönmesi, yani farklı katmanlarının farklı hızlarda dönmesinin etkisiyle yıldız yüzeyine çıkması sayesinde oluşurlar. Manyetik alanın yüzeye eriştiği bölgeler yüzeyden biraz daha düşük sıcaklıktadır ve bu nedenle, Dünya’da karşılaştığımız günlük sıcaklıklara kıyasla hala çok yüksek sıcaklıkta olmasına rağmen, çevresine göre soğuk kalan bu bölgeler koyu, leke şeklinde görülür.
Güneş Lekeleri ilk olarak 17. Yy’da Avrupa’da keşfedilmiştir. Galileo Galilei, tüm bir yaz boyunca güneş lekelerini gözlemlemiş ve çizmiş ve böylelikle lekelerin yer değiştirdiğini ve evrimleştiğini gözlemlemiştir. Böylece Güneş’in kendi ekseni etrafında döndüğünü de keşfetmiştir. Her ne kadar lekelerin Güneş’in bir özelliği olduğunu bulmuş olsa da, teleskobu lekeleri ayırdedebilecek kadar güçlü olmadığı için onların özellikleri üzerine bir çalışma gerçekleştirememiştir. Chicaco’da doğan George Hale, ABD’nin çeşitli yerlerinde Mt. Wilson ve Palomar gibi bir çok gözlemevi kurmuştur. Hale’in en büyük başarılarından biri, Güneş yüzeyinde belirli bölgelerden gelen tayf çizgilerini gözlemleyip, böylelikle de lekeli bölgelerden gelen çizgilerde manyetik alanın varlığını keşfetmesi olmuştur. Bu da Güneş’teki lekeler ile manyetik alan arasındaki ilişkiyi açığa çıkarmakta önemli bir rol oynamıştır.
Lekelerin ortası kopkoyu, etrafı daha açık renkli daireler şeklindedir. Leke oluşurken bu açık renkli daire hali olan penumbra olarak oluşur. Yaklaşık 5 saat içinde koyu hale gelir ve umbrayı oluşturur. Tahmin edebileceğiniz gibi umbra ve penumbra Latince gölge ve yarı gölge anlamına gelmektedir. Aslında bu bölgeler herhangi bir şeyin gölgesi olmasalar da keşfedildikleri yıllarda ne oldukları bilinmediği için kabaca gölge ve yarı gölge diyip geçilmiş. Pen-umbra’dan umbra’ya geçiş gerçekten çok hızlı gerçekleşen bir süreç olduğu için sürekli uydu gözlemlerinin olmadığı yıllarda sadece bir kaç veri setinde bunların varlığını görebiliyoruz.
Lekelerin ömrü ise bir kaç gün ile hafta arasında değişiklik gösterebilmektedir. Leke ilk oluştuğu zaman öncelikle penumbra kısmını kaybedip tam bir karaltı haline geliyor ve umbra oluşuyor. Zamanla Güneş’in yüzeyindeki bulgurlanma hareketi adı verdiğimiz olgu nedeniyle bu umbra parçalara ayrılıyor ve plaj adını alıyor. Güneş yüzeyini tıpkı sürekli kaynamakta olan bir sütlaç kazanı gibi düşünebilirsiniz. Sürekli olarak yıldızın daha sıcak olan merkezinden, yıldızın daha soğuk olan yüzeyine doğru bir madde hareketi vardır. Bu da tıpkı kaynayan bir su kazanındaki gibi yüzeyde fokurdamalar, veya baloncuklara benzer yapılar oluşturur. Yıldızlarda, özellikle de Güneş’te buna bulgurlanma adı veriyoruz, muhtemelen rengi itibariyle bulgura benzeyen görüntüsü nedeniyle almıştır bu ismi.
Hatırlarsanız bu yılın başlarında oldukça yüksek çözünürlüklü bir Güneş fotoğrafı görmüştük. Onda gördüğümüz şey de bu bulgurlanma yapılarıydı. 2020’nin Ocak ayında paylaşılan ve Hawaii’deki, Dünya’nın en büyük güneş teleskobu olan 4 metrelik Daniel K. Inouye Güneş Teleskobu ile elde edilen görüntüde gördüğümüz her bir hücre, ya da her bir bulgu benzeri yapı aslında yaklaşık 700.000 km2’lik bir alan kaplamaktadır. Fotoğrafa bakmak için buraya tıklayabilirsiniz.
“Bu Güneş Teleskobu ile ne gözlemlenmesi amaçlanıyor?” diye soracak olursanız; teleskop tam bir isveç çakısı gibi hem çok fonksiyonel, hem de güncellemelere açık bir yapısı var. Ama teleskobun asıl amacı, 44 yıl boyunca Güneş’i gözlemleyerek “Güneş çevirimi” adı verilen, 11 yıllık döngüleri yakından incelemektir. Güneş, üzerinde ne kadar çok leke varsa, o kadar aktif olarak addediliyor. Geçmiş yıllardan beri yapılmış Güneş gözlemlerine bakıldığı zaman Güneş aktivitesinin her 11 yılda bir zirve yapan, 11 yılın sonunda da oldukça azalan bir davranışı vardır. Her 11 yıllık sürece 1 çevrim deniliyor, ancak bu 11 yıl kesin bir süre değil. Örneğin 1645’ten 1715’e kadar sürmüş bir minimum var, buna “Maunder Minimumu” denilmekte.
Güneş’in 11 yıllık çevrimi süresince de, önce ekvatordan uzakta görülmeye başlanan lekeler zamanla ekvatora yakın yerlerde ve daha çok sayıda belirmeye başlar. Güneş’in etkinliği azalırken leke sayıları da azalır ve lekeler artık ekvator civarında görülür hale gelir.
1989’dan beri her on yılda bir “Güneş Çevrim Öngörü Paneli” oluşturuluyor ve bilimsel gelişmeler ışığında Dünya’nın her yerinden biliminsanlarının katkılarıyla güncel durumun analizini yapılıyor. Kimi modeller daha çok tercih edilirken kimileri çürütülüyor, kimi zaman alevli tartışmalar gerçekleşiyor. Mart 2019’da dördüncüsü gerçekleşen bu toplantıda 12 uzman 60’dan fazla modeli değerlendirdi. Son yıllarda başarılı bulunan modellerden biri Güneş’in kuzey ve güney kutuplarındaki manyetik alan şiddeti ölçümlerinden faydalanan kutupsal manyetik alan modeli. Modele göre Güneş’in kutuplarındaki manyetik alan bir tohum görevi görüyor ve bir sonraki çevrimin ne kadar şiddetli olacağını belirliyor. Eğer Güneş’teki etkinlik en az düzeydeyken kutuplardaki manyetik alan şiddeti yüksekse gelecek çevrimin de şiddetli olacağını, düşükse çevrimin de hafif geçeceğini öngörüyor.
Güneş Çevrim Öngörü Paneli üyeleri, önümüzdeki çevrim olan 25. Çevrim’in şiddetinin bir önceki ile az çok aynı olduğunu ve içinde bulunduğumuz günlerde başlayacağını tahmin ediyorlar. Güneş oldukça aktif ve değişken bir yıldız olduğundan, yeni çevrim nedeniyle oluşan hareketlilikten emin olabilmek için kimi zaman bir kaç aya varan veri setine ihtiyaç duyuluyor. Yakın zamanda başlayacak 25. Çevrimin Temmuz 2025’te yaklaşık 115 güneş lekesi ile maksimuma erişeceği tahmin ediliyor.
Peki günlük hayatta bu lekelerin bize bir etkisi var mı? Doğrudan lekelerin değil ama Güneş’in etkinliğinin var. Çünkü Güneş’in aktif olması sadece üzerinde leke barındırması değil, daha sık ve şiddetli güneş patlamaları ve fırtınaları olacağı anlamına da gelmektedir. Güneş’den gelen yüksek enerjili parçacıklara maruz kalan uzay teleskopları ve uydularının ve hatta kimi zaman yörüngedeki astronotların bunlardan etkilenmeleri mümkün. İletişim uydularının zarar görmesi durumunda, haliyle biz de Dünya’da bazı zorluklarla karşılaşabiliyoruz. Ancak bunlar dışında Dünya’daki en güzel etkisi tabii ki Güneş’ten gelen yüklü parçacıkların Dünya’nın manyetik alan kalkanına takılıp, kutup civarında atmosferimize girmesi sayesinde oluşan auroralar, yani kutup ışıkları. Finlandiya’ya aurora görmeye gitme niyetinde olan varsa 2025’i beklemelerini tavsiye ediyoruz bu nedenle.
Covid19 salgınını bile güneş ile ilişkilendirmeyi başaran komplo teorisyenlerinin gündemini bir kenara bırakıp gündeme gelecek olursak, yakın zamanda gökyüzünü şenlendirecek olan Draconid Meteor Yağmuru hakkında da sizlere birkaç bilgi aktarmak isteriz.
Draconid meteor yağmuru 6-10 Ekim tarihleri arasında aktif olan bir meteor yağmurudur ve ilişkili olduğu kuyrukluyıldız da 21P/Giacobini–Zinner’dır. En fazla meteoru, zirve gecesi olan 8-9 Ekim gecesi gözlemleyebilirsiniz. Meteor yağmuruna adını veren ve saçılma noktasının yer aldığı Draco yani ejderha takımyıldızını bulmak için hava karardıktan sonra yönünüzü kuzeybatıya çevirip yukarıya doğru bakmanız yeterli olacaktır. Draco, gece yarısına doğru kuzeybatı ufkuna kadar inmiş olacak. Geceyarısından sonra ise, ufuk çizgisini takip ederek, Kuzey yönüne doğru kayacak. Ay, bu dönemde son dördün evresinde olduğu için meteor yağmurunun izlenmesine engel bir ışık kirliliği oluşturmayacak. Draconid meteor yağmurunda aslında genellikle saatte 5 meteor gibi çok az sayıda meteor gözlenir. Fakat geçmişte birçok kez süpriz yapıp rekor sayıda meteor geçişine de sahne oldu. Örneğin 2011 yılındaki saatte 600 meteor gibi.
Son olarak her yıl 4-10 Ekim tarihleri arasında kutlanan Dünya Uzay Haftası’na da kısaca değinelim.
Dünya Uzay Haftası, dünyanın dört bir yanından, alanında uzman kişileri, astronomi kulüplerini, uzay ajanslarını ve okulları bir araya getiriyor ve etkinliklere her yaştan insanlar katılabiliyor. 4 Ekim, uzaya çıkan ilk insan yapımı cismin, yani Sputnik-1’in fırlatıldığı tarih. 10 Ekim ise, Ay ve diğer gök cisimlerini kapsayan “Dış Uzay Anlaşması”nın imzalandığı tarih. Bu nedenle Birleşmiş Milletler, 1999 yılında, Dünya Uzay Haftası’nın her sene 4-10 Ekim arasında kutlanacağını ilan etmiştir. Uzay, bilim, teknoloji, matematik ve mühendislik gibi alanlarda gençleri heyecanlandırmak amacıyla yapılıyor. Dünya Uzay Haftası Derneği’nin desteğiyle, Birleşmiş Milletler tarafından koordine edilen bu hafta için bizim de bazı sürprizlerimiz olacak. Bizleri takipte kalmayı unutmayın 😉
astronotlar.org@gmail.com e-posta adresimize konuştuğumuz içeriklere dair düşüncelerinizi ve değinmemizi istediğiniz konuları yazabilir, bir kitap, link veya bilgi paylaşımında bulunabilirsiniz. Sosyal medya hesaplarımızı Instagram ve Twitter’dan “astro_notlar” olarak takibe almayı unutmayın! Facebook’tan vazgeçmem diyenler ise bizi AstroNotlar sayfasında bulabilirler. Gelecek hafta görüşünceye dek, gökyüzüne iyi bakın, hoşçakalın!
E-posta: astronotlar.org@gmail.com
Facebook: facebook.com/astronotlar.org
Instagram: instagram.com/astro_notlar
Twitter: twitter.com/astro_notlar
Anchor: anchor.fm/astronotlar
KAYNAKLAR VE GÖRSELLER
https://www.nature.com/articles/d41586-020-00224-z
https://www.space.com/daniel-k-inouye-solar-telescope.html
https://www.nasa.gov/feature/goddard/2020/what-will-solar-cycle-25-look-like-sun-prediction-model
https://earthsky.org/space/solar-cycle-25-is-here-explanation
https://www.imo.net/meteor-activity-outlook-for-3-9-october-2020/